Psikolog Danışan İlişkisi
- 11 September 2018
- 821 Görüntülenme
- 0 Yorum
Her gün artan psikolojik sorunları çözmek için uğraşan profesyoneller acaba kendileri ile paylaşılan “acı hayat” öykülerinden ne kadar etkilenirler? Bir psikoterapist, danışanı ile arasındaki mesafeyi nasıl ayarlar? Kişinin psikolojik destek almasının önünde ne gibi engeller vardır? Sorunların üzerini örtme yaklaşımı kişiye ne gibi bedeller ödetir? Sorun yaşayan kişinin arkadaşı ile konuşup dertleşmesiyle bir terapist ile konuşması arasında ne gibi farklar vardır? Bu ve benzeri soruları yıllardır klinik çalışmalar yapan NP İSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi’nden Uzman Psikolog Neşe Özkarslı ile konuştuk.
Psikolog ile danışan ilişkisi ne tür bir ilişkidir?
Terapötik bir ilişkidir. Terapi; kişilerin içsel çatışmalarının ya da ruhsal problemlerinin profesyonel anlamda tedavi yöntem ve donanımlarına sahip bir başka kişi tarafından değerlendirilmesi, düşünce ve duygu eksenli bir çeşit alışveriş yöntemi ile çözümlenmesi anlamına gelen tedavileri kapsar.
Psikolog, dertleri dinleyen bir arkadaştan farklı olarak neler yapar?
Arkadaş sorunları dinler, paylaşır. Fakat psikolog, arkadaştan farklı olarak ruhsal sorunların altında yatan iç çatışmaların farkındalığı üzerinde çalışır. Kişinin çözüm noktalarına odaklanmasını sağlar, bu sırada zorlandığı noktalarda ona destek olur. Danışana pozitif bilişsel süreçleri tamamlatır. Bu süreç donanım, bilgi, tecrübe ve profesyonellik gerektirir. Dolayısıyla bir psikologla konuşmak, bir dostla konuşmaktan çok öte bir şeydir.
Psikoterapist ile danışan arasındaki güven ve inanç sisteminin terapi sürecine olumlu katkıları olacağı göz ardı edilmemelidir. Fakat danışanın da çözüm gereken sorunlara odaklanma(sı)nın, farkındalık düzeyini en üst seviyede tutma(sı)nın çok daha önemli olduğunu bilmesi gerekir.
“Kendi kendinin doktoru, psikologu ol” yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sözler tamamen boş ve manasız değildir. Fakat bazı sorunlarda bu tutum olumsuz sonuçlar da doğurabilir. Bu yaklaşımın, sorun taşıyan kişide yetersizlik duyguları yaratan, çaresizliğe sürükleyen, yükleyici bir yanı vardır. Bir problem karşısında farkındalık düzeyinin düşük olması, danışanın çözümün yanından dahi geçmesine izin vermez. Bu durum, kişisel haritanın içinde dolaşırken adresi ve yönü kaybetmek gibidir. Herkesin içsel haritaları vardır; bazen işler karıştığında devreye girerek düzenlemeler yapmak, kısayollar bulmak gerekir. Kişinin kaybolmuşluğu içinde adresleri bulup görmesini ve haritayı kullanmasını sağlamak gerekebilir ki, bunu çoğu zaman kendi başına yapamaz. İşte burada “kendi kendinin doktoru ol” anlayışı geçerli olmaktan çıkar, uzman yardımı gerekli hale gelir. Ayrıca böyle bir yaklaşım, pek çok kişinin yaşadığı soruna erken müdahale etme fırsatını da kaçırmasına sebep olur. Bunun bedeli de çoğu zaman büyük acılarla ödenir.
“Takma kafana, geçer” sözü neden toplumumuzda çok kullanılır?
Bu durum “zaman en iyi ilaçtır” demek gibi bir şeydir. İnsan toplum içinde ve sosyal ilişkilerle hayat bulur. Eğer bu ilişkilerden yoksunsa, sorunların baş göstermesi kaçınılmazdır. Her iletişim halindeki kişi, karşısındakini etkilerken aynı zamanda ondan etkilenir de. Bu doğal bir sosyal iletişimdir. Eğer sorun yaşayan kişinin stres faktörleri yakın çevresi ile ilgiliyse ve devamlılık söz konusuysa kişide zaman içinde davranış ve tutum değişiklikleri gerçekleşir. Bazen bu durumun farkına varmak çok uzun zaman alır ve uzun yıllar sonra gelen “keşke”ler ve pişmanlıklar insanın ruh sağlığını bozar. O nedenle “takma kafana, geçer” sözü kişiyi geçici bir süre teselli edebilir ancak kimi şikâyetlerin artmasına da sebep olabilir. Elbette kafaya takılmayacak şeyler de vardır ama sorunda süreklilik söz konusuysa bu gerçekçi bir yaklaşım olmaz.
TERAPİ SÜRECİ
Psikolojik desteği nasıl anlamalıyız?
Psikoterapi yöntemleri terapistin bilgi ve tecrübesiyle orantılıdır (tecrübesine göre değişir). Psikologun, terapi sürecinde danışanının sorununa uygun yöntemler bulması gerekir. Psikolojik destek de bu yöntemlerden biridir. Terapi sürecinde danışanın sorununu çözebileceğine dair inancını artırmayı, üstesinden gelebileceği konusunda danışanını motive etmeyi, desteklemeyi psikolojik destek olarak tanımlayabiliriz.
Eski zamanlarla karşılaştırıldığında bu çağda psikolojik desteğe daha çok mu ihtiyaç duyuluyor?
Genel anlamda evet, günümüz insanları psikolojik desteğe daha çok muhtaç. İnsanın, bireysel olduğu kadar sosyal ve toplumsal bir varlık olduğunu da unutmamalıyız. Değişen toplum şartları, yoğun iş temposu yüzünden aile ve yakın çevreyle bağların gevşemesi ve genel stres altında yaşamak, sosyal desteğin elimizden kayıp gitmesine neden olur. Kaybolan bu sosyal desteğin yerini psikolojik desteğin alması da doğaldır.
Siz psikologlar, mesleğiniz gereği her gün birbirinden farklı ve acıklı hayat öykülerine tanık oluyorsunuz. Bunlara üzüldüğünüz de oluyor mu?
Profesyonel anlamda danışanın sıkıntısını hissetmek ayrı, yaşamak ve taşımak ayrı kavramlardır. Önemli olan danışanın sıkıntısını hissedebilmektir. Bunu başaramayan bir terapistin durumu adlandırması zordur. Biz terapistlerde hayat, zaman tüneli gibi biraz daha hızlı akıp gider. Devamlılık ilkesi ve yaşam tecrübelerinin kalan izleri ile yetiniriz.
Çözmeye çalıştığınız zor hayat hikâyeleri sizin de hayatınızı olumsuz etkiliyor mu? Onların yükünün omzunuza bindiğini hissediyor musunuz?
Hayat, danışanların hayatı olmaya devam ettiği müddetçe bize yük binmez. Biz sadece terapi yükünü taşırız. Danışanın durumu seans bitimine kadar işimizdir. Sonra herkes kendi hayatına devam eder.
Psikolojik destek veren profesyonellerin de zaman zaman desteğe ihtiyacı oluyor mu?
Neden olmasın? İnsan olan herkes bazen desteğe, değişime, paylaşıma ve/veya çözümlemelere ihtiyaç duyar. Ama herhangi birine göre terapistler böyle bir desteğe daha az ihtiyaç duyarlar diyebilirim. Çünkü farkındalık düzeyleri ile duygu ve düşüncelerini ifade etme becerileri doğal olarak daha yüksek, problem çözme becerileri daha gelişkindir; daha az iletişim kazaları yaparlar. Bu da onları daha avantajlı kılar.
DANIŞANIN TERAPİDEN KAZANCI
Psikolojik destek ihtiyacının, kişinin kendini ifade edemeyişi, iletişiminin yeterli olmayışıyla ilgili bir yanı var mıdır?
Psikolojik destek ihtiyacının olup olmadığının farkında olmak başka, kendini rahat ifade edememek başkadır; ikisini ayrı kavramlar olarak ele almak gerekir. Desteğe ihtiyaç hissetmemek veya bunun farkında olamamak bazen iç uyumla açıklanabilir. Eğer birey bir sorun yaşadığını ifade etmiyorsa başkalarının onun adına sorun yaşadığını iddia etmesi doğru olmaz. Tabii çevresindeki insanların hayatları etkileniyorsa durum değişir, o zaman etkilenen kişi üzerinden soruna yaklaşmak daha doğru bir başlangıç olacaktır. Meselenin bir başka boyutu da vardır. Kişinin akıl yeterliliğinin düşük olması sorununun farkına varmasına engel olur. O zaman sorun, kişinin çevresindekilerle ele alınmalıdır; çünkü bizzat sorun yaşayan kişinin durumu algılaması ve kendi başına çözümlemesi çok zordur.
Kişinin kendisini zor ifade etmesi, duygu ve düşüncelerini paylaşmada zorlanması durumunda olay başka bir şekilde değerlendirilmelidir. Öncelikle danışan için hangi duygu ve düşünceleri taşıdığını fark etme süreci başlatılmalı, sonrasında bu duygu ve düşünceleri nasıl ifade edebileceğiyle ilgili onu bir bilgilendirme, destekleme ve deneyimlendirme sürecine geçilmelidir. Danışanın yaşadığı ortam, kurduğu ilişki biçimleri de bu iletişimde değerlendirilmelidir. Farklı sosyal ortamların farklı sosyal becerileri getirdiğini unutmamak gerekir. Entelektüel seviye, ekonomik düzey, yaşam şartları ve kişisel farklılıklar, eğitim ve öğretim iletişim becerilerini etkileyen önemli faktörlerdir.
Empati ve sempati kavramlarını biraz açar mısınız? Bu iki faktör terapilerde nasıl bir rol oynuyor?
Empati; kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakabilme, o kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlama, hissetme ve bu durumu tekrar karşısındaki kişiye iletme sürecidir. Sempati ise karşısındaki kişinin duygu ve düşüncelerine sahip olmak anlamına gelir. Terapilerde sempatik ilişkiler kurmak yandaşlık, taraf tutmak demektir ve süreci olumsuz etkiler. Bu şekilde terapi son derece yorucu ve amacından uzaklaşmış bir hale bürünür. Eğer bir terapist danışanıyla böyle bir sürece girerse danışanını başka bir terapiste yönlendirmelidir.
Psikoterapi danışana neler verir? Bu sürecin sonunda danışana ne gibi kazanımlar sağlar?
Danışan ne isterse onu verir. Tıpkı büyülü bir dükkân gibi, danışan terapiye ne almak için geldiyse onu alır. Tabii bu arada danışanın istediği ya da ihtiyacı olduğunu düşündüğü şeyi irdeleme, özümseme, bedel ödeme gibi süreçlerden geçmesi gerekir.
DANIŞAN-TERAPİST YAKINLIĞI
Herhalde her terapi süreci aynı değildir, kimisi daha uzun sürer. Bu süreçte kimse tarafından anlaşılmadığını düşünen, değer görmediğine inanan kimi danışanların destek aldıkları uzmana kendilerini çok yakın hissettikleri durumlar da yaşanır mı?
Anlaşıldığını hissetmek, kabul edildiğini görmek, var olduğunu hissetmek çok önemli değerlerdir. Sosyal çevresinde bu değerlerden yoksun kalan ve bu durumu sorgulayanlar her zaman sorun yaşamaya mahkûmdurlar. Terapiste gelip kabul edildiğini görmek bu kişilere iyi gelir. Bu yüzden kendilerini terapistlerine karşı yakın hissederler. Fakat bu durum bir bağımlılık veya aşk noktasına gelir veya çok yakın bir arkadaşlık düzlemine ulaşırsa terapist bu şartlarda yardımcı olamayacağından, danışanını bir meslektaşına yönlendirir.
Danışanlar anlaşıldıklarını, kabul edildiklerini hissederken bazen davranışlarına terapistlerinin onay verdiği yanılgısına da kapılabilirler. Oysa bunların onaylanmakla aynı kavram olmadıklarını bilmeleri, bu gerçeği terapi sürecinde göz ardı etmemeleri gerekir. Terapistin taraf olmadığı, onaydan uzak kalmanın önemli olduğunun vurgulandığı ve danışan tarafından anlaşıldığı bir terapi, danışanın terapistine profesyonel anlamda güven duymasını da destekleyen bir yaklaşımdır.
Bir danışanınızın son terapisini yaptığınızda nasıl bir duygu yaşarsınız?
Başarı duygusu, herkesin olduğu gibi terapistin de çok hoşlandığı bir duygudur. Diğer mesleklerden farklı olarak, biz kişisel bir başarıyla birlikte danışanımızın yaşam başarısını da hissederiz.
Psikoloji eğitimine ilgi giderek artıyor. Bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ruh sağlığı ve insan gelişimi, sosyal uyum, iletişim becerileri, psikopatoloji, hastalıklar, tedavi yöntemleri, insanı anlama, eğitim-öğretim süreçleri, davranışların açıklanması gibi konulardan oluşan psikoloji, alan olarak çok geniş bir yer kaplar ve farklı ilgi alanlarının içine girebilir. İnsanın yaşadığı her yerde psikoloji vardır ve var olacaktır: Endüstride, mimaride, bilgisayar teknolojisinde, biyolojide, ekonomide, kısacası her bilimde… Böylesine geniş alana yayılmış bir bilim olan psikoloji konusunda öğrenim görmek, psikoloji üzerinde çalışmak, insanın kendisini tanıma ve anlama gayretinin de bir göstergesidir. Toplumların daha sağlıklı bir yapıya bürünmesinde kendini tanıyan, bilen kişilerin varlığı önemli rol oynadığı için psikoloji eğitimine olan ilginin artması sevindiricidir.
Yorumunuzu bırakın