Aile İçi Eğitim ve Önemi
- 11 October 2018
- 442 Görüntülenme
- 0 Yorum
Ailenin çocuğa karşı tutumu onun geleceğini belirleyen en önemli yapı taşıdır.
- Çocuğun sosyalleştiği ilk mekân aile ortamıdır. Çocuk evde anneden babadan ve ailede kendinden büyük olanlardan ne görürse kopya eden bir gözlemcidir.
- Ailede değil çocuğa şiddet uygulamak, diğer büyük bireyler kendi aralarında birbirlerine kaba davransa bile çocuk bundan etkilenir.
Yaşı ne olursa olsun çocuğu bir büyük gibi ciddiye almak, sorduğu sorularına bir büyüğe cevap verir gibi ciddiye alarak cevap vermek onun gelecekte kendine güvenli, sağlıklı düşünebilen, uyumlu, sevmeyi ve sevilmeyi bilen, sorumluluk ve kişilik sahibi bir kimse olması açısından çok önemlidir.
- Çocuklardan büyüklere saygı göstermesini beklersiniz. Ama en az siz de çocuğa sevgiyle birlikte, bir büyük gibi saygı da göstermelisiniz.
- “Şimdi işim var, daha sonra” gibi bahanelerle çocuğunuzun sizden istediği vakti ondan esirgemeyin.
- Çok önem verdiğiniz işlere zannetmeyin ki çocuğunuz da önem vermiyor. Çocuğunuza vereceğiniz en büyük armağan önem verdiğiniz bazı işleri onunla birlikte yapmanızdır. Göreceksiniz çocuğunuz o vakit hiçbir şeyden almadığı zevki sizinle yaptığı çalışmadan alacaktır.
[O yıllarda internet kafeler henüz yoktu. Babası on yaşlarındaki çocuğunun elinden tutup bir kahveye götürdü. Çocuk için bilmedik bir mekândı ve masalarda tanımadık insanlar vardı. Ortalık pis bir şekilde sigara kokuyordu. Buraya niçin gelmişlerdi? Bir etraftaki değişik insan portrelerine bir başını yukarı kaldırıp babasına bakıyordu. Babası bir masaya oturdu. Çocuğunu da yanındaki sandalyeye oturttu. Kahveciye seslendi:
—Garson bu masaya iki çay…
Garson çayları getirdi… Çaylara şekerlerini attılar. Karıştırıp yudumlamaya başladılar. Bu esnada baba konuşmaya başladı:
—Oğlum buraya kahvâne derler. Burada bir arkadaşınla buluşmak için randevu verebilirsin. Ama on dakika on beş dakika ancak oturursun. Daha fazla oturulmaz. Daha fazla oturanlar işi olmayan insanlardır.
Çocuk babasının bu öğrettiği bilgi sayesinde arkadaşları çağırsa bile kahve alışkanlığına kapılmadı.]
Çocuğunuzu “çocuktur anlamaz” düşüncesiyle asla kandırmayın. Yalan söylemeyin. Aldatmayın.
- Hata da yapacaktır elbet çocuklar. Ama doğru ve güzel davranışlara da imza atacaklardır. Mümkün olduğunca hatalarını değil iyi yönlerini ona belli edin.
- Bazen eline para verip sonra birlikte bunun nasıl kullanılması gerektiğini ona öğretin. Bu konuda en önemli deneyim bazen onunla birlikte mini alış verişleri ona yaptırmaktır. Tabii bu esnada çocuğun yanında olmak gereklidir. “Haydi, bakalım git de sen alış veriş yap” dememelidir.
- Çocuğunuzu özellikle başka çocuklarla kıyaslamayın. Bu durumda hayatınızın hatasını yapıyorsunuz demektir. Çünkü çocuğunuz belki size söylemez ama o anda o da sizi başkasının annesi babasıyla kıyaslar. Ve bu kıyaslamayı aslında onun aklına siz getirmiş olursunuz.
[Anneciğim sürekli olarak beni eleştiriyordu. Belki de beni motive etmek için yapıyordu bunu. Ne mi diyordu eleştirirken?
“Filancanın kızı bak okudu. Falancanın kızı şöyle yaptı. Filancanın çocuğu bunu böyle etti…”
Annem hemen her gün böyle söyleyip duruyordu. Bir gün dayanamayıp dedim ki:
—Ama anne o filancanın annesi çocuğuna özel hoca tuttu. Falancanın annesi çocuğunu özel arabasıyla götürüp getirdi. Peki sen anne olarak bana ne yaptın? Cebime okul harçlığı bile vermedin. Ablamın önlüğüyle okula gidip geldim. Buna rağmen ben seni başkasının annesiyle kıyaslıyor muyum?
Annem susup kalmıştı. Çok da üzülmüştü. Gerçi annemi seven bir evlat olarak anneciğimin o üzülmesine de çok üzülmüştüm ama anneme böyle cevap vermeseydim beni sürekli başkasının çocuklarıyla kıyaslayıp üzmeye devam edecekti. Şimdi kıyaslamıyor.]
- Çocuğunuza “ilgi gösterirsem” şımarır gibi bir telaşa kapılmayın. Aksine kendisiyle ilgilenmeniz çocuğunuzun rahatlamasına ve özgüven kazanmasına sebep olacaktır. Sadece ilgide aşırıya kaçmamak gerekir.
- Büyüklerin yaptığı çalışmalar küçük çocuklar için çok merak konusudur. Size “ben de yapabilir miyim?” diye gelecek ve o çalışmada sizinle beraber bulunmak isteyecektir. Onun bu isteğine izin verin ve “sen çocuksun, sen anlamazın” gibi cümlelerle onu dışlamayın. Çünkü çocuğun sizinle birlikte çalışabilmesi büyüklerin işini de yapabilme duygusuyla çocuğa güven verecektir.
- Çocuklarınız hayatı ve çevreyi yeni öğrenmektedir. Bu bakımdan yaptığı hataları “bu da yapılır mı?” veya “bunu niye yaptın?” gibi eleştirmeyin. Bunun yerine yaptığı işin niçin yanlış olduğunu ve doğrusunun ne olduğunu anlatırsanız çocuk bir daha o yanlışı yapmayacaktır.
- Aksine yanlışından dolayı ondan hesap sorduğunuzda çocuk yaptığı yanlışı değil sizin hesap sormanızı kafasında sorgulayacaktır. Böylece yanlışın yapılmaması gerektiğini algılamadığı için o yanlışı tekrar çok rahatlıkla işleyebilecektir.
- Okul çağındaki çocukların okuldaki öğretmeniyle kesinlikle irtibat ve iletişim halinde olmalısınız. Okuldaki durumu hakkında öğretmeninden bilgi almalı ve herhangi bir aksaklık ya da moda söylemle sorun olduğunda onu gidermenin yollarını araştırmalısınız.
- “Bu kadar işin arasında bir de çocuğun okulunu mu düşüneceğim?” veya “Öğretmeni var ya” gibi sorumluluktan kaçma eğiliminde sakın olmayın. Unutmayın ki çocuğunuz bir çiçek gibidir. Bakarsanız çiçek gibi açar, ilgilenmezseniz solar. Ve çocuk sizi hayatının her döneminde yanında görmek ister. Siz de çocukken anne babanızı yanınızda istemiştiniz unutmayın.
- Çocuğunuz bir başarı elde ettiğinde onun başarısını tebrik edin. Ama başaramadığı zaman da görmezden gelmeyin. Susmanız bile başaramadığını anlaması bakımından bir ölçüdür. Ama başarısızlığın de başarmak kadar insan için normal bir şey olduğunu anlatın. Başaramadığı zaman dünyanın sonu olmadığını bilmesi onu rahatlatacaktır. Aksi halde başarısızlık ondaki özgüveni de sarsar.
- Hangi konuda olursa olsun çocuğunuzla asla münakaşa etmeyin, asla tartışmayın.
- Çocuğunuza “şu işi yaparsan sana şunu vereceğim” gibi vaatlerde bulunmayın. Yapması gereken işi, yapması gerektiği için yapmak durumunda olduğunu anlatın.
- Onu uzaktan takip ederken, sürekli aynı yanlışı veya hatayı yapıyorsa bunun sebebini ya tahmin edip tedbir alın ya da kendisiyle bu konuyu açıkça konuşun. Niçin böyle bir durumda olduğunu öğrenin. Kendiniz sorunun üstesinden gelemezseniz de profesyonel yardım alın.
- Bir toplumda çocuğunuz yanlış bir iş yaptığında herkesin yanında onu eleştirmek yerine aksine başkaları eleştirirken bile “siz çocukken yapmadınız mi?” diyerek çocuğunuza sahip çıkın. Ama daha sonra yalnızken tenha bir yerde o yaptığının yanlış olduğunu açıklayabilirsiniz. O zaman hem sizi dinleyecek, hem ona olan güveniniz sebebiyle bir daha o yanlışı yapmamaya çok özen gösterecektir.
- Onu herkesin içinde eleştirirken aynı zamanda onurunu kırmış olacağınızı da unutmayın. Yine unutmayın ki siz büyük olarak bile herkesin ortasında eleştirilmekten hoşlanmazsınız.
- Çocuk dediğiniz zaman onun da bir birey olarak büyükler gibi duygu ve düşünceleri olduğunu unutmayın. Bilgileri sizin kadar olmasa da duyguları aynen sizin kadardır.
- Düşünceleri sizin kadar gelişmese de hissetmeleri belki sizden bile fazla olabilir.
- O, henüz büyüme aşamasında olan bir insandır “anlamaz” zannetmenizle sadece kendinizi kandırırsınız. Dolayısıyla onun sorularına isteklerine tıpkı bir büyükle konuşur gibi karşılık vermelisiniz.
- Çocuklarınız arasında elbette ayırım yapmazsınız. Normal olan hiçbir anne baba hiçbir çocuğunu diğerinden fazla öne çıkartmaz. Ama çocuklar arasında eğer böyle bir ayırım duygusu oluyorsa bunu iyi analiz etmelisiniz. Niçin bir çocuk ötekinden daha az sevildiğini söylemektedir? O zaman nerede hata yapılmaktadır? Bunun araştırılması ve bu yanlış algının mutlaka giderilmesi gerekir.
- Çocuğunuzun internete vb. düşkünlüğü konusunda kesin yasaklayıcı olmayın. İnternete girmesine izin verin. Ama yararlanacağı sitelerle ilgili denetimi de mutlaka yapın. Hatta birlikte internete girme zamanları oluşturun ve onun hoşuna gidebilecek ama yararlı olacak internet siteleriyle tanışmasına aracı olun. Böylece hem siz de yaşamadığınız çocuksu duyguları çocuğunuzla birlikte yaşamanın keyfini çıkarırsınız.
- Kendiniz örnek ana baba olarak çocuğunuzla birlikte kitap okuma seansları düzenleyip ona da kitap okuma alışkanlığı kazandırabilirsiniz. Ama eğer kendiniz kitap okumuyorsanız önce kendinize bu alışkanlığı kazandırmalısınız.
- Asla “bu devirde kitap mı okunurmuş” demeyin. Unutmayın tarih boyunca, okumayanları hep okuyanlar yönetmiştir.
[İlk gemi yolculuğumdu. İstanbul’dan Sinop’a gidecektim. Ehliyeti yeni aldığım için kara yoluyla gitmeyi gözüm almamıştı. İkindi üzeriydi… Yerimize alışana kadar vakit akşam olmuş, gemi sahilden uzaklaşmıştı.
Ne gemi yolculuğunu ne gemiyi bilirim. Kafeterya mı vardır, lokanta mı bilemiyorum. Bir sıcak çorba ya da bir bardak çay isterim aslında… Ama nerede o cesaret.
Bir ben mi öyleyim? Hayır… Neredeyse yolcuların yarıdan fazlası benim gibi. Gemiye binmiş ama sanki yolcu değiliz. Sanki mülteciyiz. Bir yerden bir yere gitmiyoruz, götürülüyoruz…
Be adam bir sor… Çay var mı? Yiyecek bir şey istediğimizde nereden temin ederiz falan… Yok… Koca koca adamların ağzı var dili yok… Kadınlar? Onlar ise adamların yanında birer gölge…
Eh herkesin yiyeceği işte yanında… Kimi dolma yapmış saklama kabında… Kimi haşlanmış yumurta ekmek arası… Kimi pekmez sürmüş, kimi börek… Herkesin ortak noktası herkes yiyeceğini evden getirmiş… İstanbul-Sinop-Samsun güzergâhındaki o yolcu vapurunda manzara böyle…
Doğru dürüst uyuyamadığım salıncak gibi sallanan ranzada sabaha doğru içim geçmiş. Baktım ki 09:00 olmuş… Sinop açıklarına varmışız… Hava pırıl pırıl…
Bizim ahali güverteye çıkmış… Her bir aile bir köşede mini koloni kurmuş. Kimse kimseyle konuşmuyor. Kiminin iki çocuğu var. Kiminin dört. Kimi yaşlı ninesiyle… Kimi ihtiyar karı koca… Koca çuvallar, yaygılar falan…
Herkes ya uzak ufuklara bakıyor dalgın düşünceli. Ya gökyüzünün maviliklerine… Kimi fosur fosur sigara tüttürüyor. Kimi göbeğini yaymış güneşleniyor… Ne erkeğinde his var ne kadınında… Herkes canlı birer heykel!… Sadece gözler hareketli… Ben de onlardan biriyim…
Aaaa bunlar da kim böyle? Bir turist aile… Hemen sol tarafta onlar da mini bir koloni kurmuş…
Ne bileyim… Gözüm takıldı işte… 30 –35 yaşlarında bir adam… İki tane de çocukları var… 8–9 yaşlarında… Onlar da geminin güvertesinde kahvaltı hazırlığındalar… Turist adam koltuğuna ayaklarını uzatarak oturmuş. Elinde bir gazete… Bizim gazetelerin yarı boyunda… Peki kadın? Kadın bir karınca misali… Kahvaltı takımlarını çıkarıyor, “Kırmızı Başlıklı Kız”ın annesine çiçek götürdüğü sepete benzer bir sepet içerisinden…
Marmelât ayrı… Peynir ayrı… Zeytin ayrı… Süt ayrı… Her birini özenle yer yaygısına seriyor… Ya çocuklar? Onlar kendilerine verilecek hizmeti sabırla bekleyen birer biblo… Hiç hareketsiz, koltuklarında gözleriyle annelerini takip ediyorlar…
O kadın inanılmaz bir anaçlıkla ve en önemlisi de büyük bir zevkle kahvaltıyı hazırlıyor… Önce çocukların dilimlerini hazırlayıp veriyor. Sonra bir dilim de koca bebek kocasına… Gülümseyerek…
Her biri kahvaltıyı annenin elinden alarak yapıyorlar… Hiç acele etmeden… Hiç kırıp dökmeden… Hiç mızıkçılık yapmadan… Ağzım açık izliyorum bu turist çekirdek aileyi… Ne kadar düzen içerisinde… Derken kahvaltı faslı bitiyor.
Baba, gazetesini okumaya devam ederken, anne çantadan birer küçük kitap çıkartıp uzatıyor çocuklarına… Çocuklar “bu da ne?” demeden alıp kitapların arasına dalarken bir kitap da kendisi alıyor kadın… Güvertede… Kahvaltı sonrası kitap okuma faslı.
Dönüp tekrar bakıyorum diğer aile kolonilerine… Sonra acı bir tebessümle Nasrettin Hoca’nın fıkrasını hatırlıyorum… “Onlar okuyor ama bizimkiler de düşünüyorlar!”
Bugün Orta Doğu’daki coğrafyada yaşayan insanların Batılı insanlar tarafından dizayn edilmesini haberlerden okurken hep o geminin güvertesi geliyor gözlerimin önüne…]
- Kitap konusunda olduğu gibi bu tip aileler her şeyden önce kendilerini önemsemektedir. Kendine değer vermektedir. Karşıdakini da anlamaya çalışmakta ve ona üstün gelmek veya ondan korunmak yerine ondan maksimum derecede fayda etmenin yollarını aramaktadır. Bu tür aileler, çocuklarıyla ileride de sorun yaşamazlar.
- “İşimiz gücümüz yok da çocukla mı ilgileneceğiz?” veya “Karnını doyuruyoruz, üstünü giydiriyoruz cebine harçlığını koyuyoruz. Daha ne yapalım?” diyen aileler değil de çocuğuyla ilgilenmeyi en az diğer işleri kadar önemseyen ve bunu bir görev sayan aileler sosyal hayatta da ideal bireylerdir.
- Bu aileler, mal mülk biriktirme gibi bir plansız telaş içinde değildir.
- Bu idealist insanların hem kendi bireysel hedefleri vardır hem sosyal hedefleri.
- Onlar bu iki hedefe de adım adım ilerler. Hedefi olduğu için de telaşlanmaz. “yarın ne olacak?” gibi bir kaygıya kapılmaz.
- Zengin olmak veya fakir olmamak değil amacına ulaşmak için çalışırlar. Böyle olduğunda da psikolojik sorunlar yaşanmaz…
- Herkesin bir amacı olduğunda da toplum kaliteli olur. Medeniyet de budur.
- Peki, bu nasıl başarılır?
- Şöyle…
- Kendine değer veren bir insan öğrenmekten ve okumaktan geri durmaz.
- Kendisini yetiştirdiği gibi çocuğunu da bir fidan yetiştirir gibi yetiştirir.
- Bu duyguda olan bir kimse hayatı ezbere yaşamaz.
- Çocuklarının da gelecekte bağımsız bir birey olabilmesini her şeyden önce düşünür.
- Sorunsuz bir toplumun sorunsuz bir bireyden geçtiğini iyi bilir.
Yorumunuzu bırakın